Sorunlar ve Toplumsal Muhalefetin Birliği
Zeliha Altuntas – Aydın Deniz | DK Alevi Bileşeni Temsilcileri
Gelin Canlar Bir Olalım!
Demokrasi için Birlik’in “Zamanı Geldi” çağrısı ile ittifak ve birlik sorunları üzerine başlatmış oldukları tartışmayı değerli buluyoruz. Demokrasi İçin Birlik Platformunun bileşeni olan Alevi toplumundan bizler de “Gelin Canlar Bir Olalım!” diyerek bu tartışmaya, demokrasi ve özgürlük arayışlarına katkı sunmak istiyoruz.
Milliyetçilik
Toplumlar belli zaman ve mekânlarda çeşitli örgütlenme modelleri oluşturmuşlardır. Milliyetçilik ulus devletlerin oluşması ile bir ideoloji olarak var olsa da her çağa, siyasal rejimlere ve sosyo-ekonomik yapıya göre şekillenmiştir ve bugün küresel ölçekte sağ rüzgarın daha şiddetle estiği, faşizmin kurumsallaştığı, ulus devletlerin tüm dünyada baskın siyasi birimler olarak “bizlerin” karşısında “ötekileri” yaratarak halkları düşmanlaştırdığını görmekteyiz.
Seçime dayalı neofaşizan rejimlerin özgün hallerini küresel ölçekte tüm dünyada yükseldiğini dehşetle izlemekteyiz. Bizim coğrafya özelinde de aşırı sağ, dinsel ögeler üzerinden de temellendirilerek demokrasi ve hukuk devleti olmaktan tamamıyla uzaklaşarak çete-mafya birlikteliği- otoriter bir yönetim zihniyetiyle insan haklarına, sivil toplum değerlerine uygun olmayan popülist söylemlerle ethno-dinsel-kültürel-hetero temelli milliyetçilik duygusunu devletin tüm ideolojik aygıtlarını da kullanarak empoze etmektedir.
Gramsci’nin belirttiği gibi “Eskinin öldüğü ama yeninin henüz doğmadığı canavarlar zamanındayız! ”
Küresel güç merkezlerinin emperyalist paylaşım savaşları, kitlesel göç dalgaları, artan sefalet ve eşitsizlikler, faşizm, yükselen ırkçılık, iklim krizi ile çoklu krizler çağındayız. Yenilgiler alan sınıf hareketinin kimlik siyaseti ile yollarını kesiştiremediği bir dönemdeyiz, oysa toplumsal gücümüzü politik bir güce çevirmenin şartı kolektif bir bilinç ve eylem birliğidir ve tek yöntemi asgari müştereklerde bir cephe oluşturmaktır. Fakat bu seçimden seçime bir araya gelişler şeklinde değil, ortak bir akıl ile, kurucu özne olarak sınıfsal, etnik, inançsal, cinsel kimlik, cinsel yönelimlerinden dolayı ötekileştirilen ve nefes almakta zorlanan halk kesimleri için sol kolektif bir irade ile tek adam rejimine karşı başkaldırma zamanı şimdi değilse ne zaman?
Alevi Örgütlenmesi
Bugün, Aleviler tüm baskı ve yok sayılma politikalarına karşı Cumhuriyetin 100. yılında hâlâ kimlik mücadelesi veriyorlar. Bir varoluş mücadelesi…
“Biz olmayı başarıyor isek bunun sebebi, yalnızca başkalarının bizi başkalaştırmak için giriştikleri faaliyetleri kökten ve kalben reddedişimizdir” (Franz Fanon)
Küreselleşme ile birlikte, seksen sonrası Türkiye’de önemli bir siyasal ve toplumsal dönüşüm yaşandı. Türkiye iç siyaseti açısından değerlendirmek gerekirse Türk-İslam sentezinin bir resmi ideoloji olarak dikte edilmesine karşın Alevi Örgütlenmesi doğmuştur. 1990 yılından itibaren de Alevilere yönelik şiddet, baskı ve katliamların artması sonucu Alevilik Örgütlenmesi ivme kazandı. Sivas Madımak otelinde tam 33 Can’ın diri diri yakılması ve bu katliama tüm devlet erkinin de seyirci kalması Alevilerin birlikte örgütlenmesi gerçeğini yaşama geçirdi. Alevi örgütlenmesi politik bir varoluş ihtiyacından doğmuştur. Ve temsil ettikleri Alevi toplumu adına siyaset yaparak eşit yurttaşlık hakkını savunmak ve bu alanda mücadele etmek için sivil toplum örgütü olarak siyaset arenasında yer almışlardır. Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine, tarih boyunca Aleviler devletin asimilasyon-eritme politikalarına maruz kalmıştır. Ulus devlet inşasında yapılan toplumsal sözleşme İslam-Türk-Erkek-Hetero kodları anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. AKP hükümeti de bu tarihsel sürekliliği en katı şekliyle uygulamaya devam etmiş ve etmektedir.
Alevilerin sorunları Türkiye Devleti’nin demokratik ve laik olmamasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, ne Cemevlerimize verilecek statü, ne de dedelerimize verilecek maaş çözüm olacaktır. Nihayetinde sorun TC’nin din-devlet ilişkilerinde konumlandığı yerdedir. Çözüm de bu nedenledir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasıdır. Zira seküler devlet yönetimlerinde devletin resmi bir dini yoktur. Ve haklı olarak Aleviler, bizim kaynaklarımızla, bizden alınan vergilerle bir dini temsilen bulunan- siyasi otoriteyi temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçeyi kabul etmiyor. Ne Diyanet İşleri Başkanlığı’na ne de Aleviler için, Alevilerin tüm itirazlarına rağmen AKP-MHP işbirliği ile açılan ve bu zihniyetin temsilcileri ile kadrolaşan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na.
Alevilik, Türkiye’nin katmerleşmiş başlıca kimlik sorunlarından biridir. Ve çözüm diğer kimlik sorunlarının çözümü gibi ülkenin demokratikleşmesine bağlıdır. İlk olarak devletin yapması gereken Alevileri tanımlamaktan, kategorize etmekten, sınıflara ayırmaktan ve sınırlamadan vazgeçmelidir. Ali’li veya Ali’siz Alevilik tanımlaması devletin ne görevi ne de yetki alanıdır. Devlet tüm inançlara eşit durarak zaten görevinin çoğunu yerine getirmiş olacaktır. Aleviliğin devletleştirilmesi devletin kültürel, inançsal, ırkçılık politikalarının bir ürünüdür. Ve bir inanç-kültür soykırımıdır.
Bilinçli bir şekilde Aleviler gerek siyaset arenasından gerek kamusal alandan uzak tutulmak istenseler de Aleviler eşit yurttaşlık talepleri kapsamında örgütlü yapıları ile siyaset arenasında siyasetin özneleridir. Her ne kadar siyaset denince akla sadece siyasi partilerin kendi aralarındaki iktidar olma mücadelesi kodlansa da… Oysa katılımcı demokrasilerde siyasetin öznesi halktır. Sivil toplum örgütlerinin de siyasete yön vererek gerek iktidar gerek muhalefet partilerini denetlemek gibi sorumlulukları vardır. Bugün Aleviler de zorunlu din derslerine, Çedes Protokolü’ne yönelik düzenlemiş oldukları mitingler, imza kampanyaları ile diğer demokrasi güçleri ile birlikte siyasete yön verme bilinci ile hareket etmektedir. Demokrasi İçin Birlik Platformu‘nda aktif olarak diğer tüm muhalif güçlerle birlikte bu totaliter rejime karşı direnme gücünü örmeye katkı sunmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Anmalarında siyasi partilere yönelik eleştirileri başka bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak:
Aleviliği sadece inanç kalıbı içerisinde tutmak isteyenlere yönelik: hem eşit yurttaşlık mücadelesi vereceksin, hem de “Alevilik sadece inançtır, siyasete karıştırmayalım” söyleminde bulunacaksın, kendi içinde bir paradoks. Aleviler bugün başta zorunlu din dersleri olmak üzere, eğitim sistemi ve sosyo-ekonomik sorunlar karşısında mücadele vermek durumunda. Aleviler, doğa ve kadın merkezli bir inanç olduğunu ifade edecek ve iklim krizine, kadın cinayetlerine, hayvan haklarına yönelik tek cümle kurmayacak… Alevilik siyasetin ta kendisi, zira var olma mücadelesi vermekte. Bu bağlamda Hacı Bektaş Veli Anmalarında Dem Parti, CHP ve TİP genel başkanlarının, Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerini destekleyecek şekildeki beyanları Alevi örgütlenmesinin, siyaseti şekillendirmesi mahiyetinde bu söylemler değerlidir. Gelinen süreçte tüm demokratik güçler ile birlikte bu hükümetten kurtulmanın yollarını belirlemede öncü bir rol üstlenmekten ve demokrasi için el açmaktan ziyade demokrasinin yeşermesi için belirleyici rol almalıdır. Zira biz Alevilerin, bir kuruma bağlanmak, bağlı olmak gibi bir talebimiz olamaz. Bizim talebimiz bu inancın özneleri olarak bağımsız, özgür eşit yurttaşlıktır.
Ralph Ellison’un, “Görünmez Adam” adlı romanında: “Ben görünmezim anlıyor musun, sırf insanlar beni görmeyi reddettikleri için” der. Aleviler de, bu coğrafyada tarih yazılmaya başladığı günden beri ikamet etseler de Alevi kimliği ile devlet tarafından görünmek istenmediler. Görünmek istenmemeleri Alevilerin yok hükmünde olmalarını meşru kılmaz, aksine görmemek de direnenleri kör, sağır ve vicdansız kılar. Zira Aleviler, Alevi kimlikleri ile bu coğrafyanın yurttaşlarıdır. Ve eşit yurttaşlık hakkı mücadelesinden asla bir adım geri atmayacağız, bu bağlamda demokrasinin tüm araçlarını yasal hak olarak kullanacağız.
“Bir ülkede kadın ve çocuklar şiddet görüyor, öldürülüyorsa o ülkenin geleceği de öldürülüyor demektir!” (S.Quluzade)
Laiklik, eğitim
Laiklik biz Alevilerin, Alevi kadınlarının kırmızı çizgisidir. Keza dinselleştirilmiş eğitim sistemi de. Laik, bilimsel, kamusal eğitimin yerine ÇEDES ve Diyanet işleri başkanlığı bünyesinde cemaat ve tarikatlarla yapılan protokoller ile imamlar okullara girdi. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında din eksenli toplumsal cinsiyet eşitsizliği beslenecek şekilde erkeğin, gücün üstünlüğü üzerine temellenen Erk-ek hegemonyası üzerinden şiddet-baskı yeniden ve yeniden üretilerek dolaşıma sunuluyor.
Toplumsal Cinsiyet eşitliği
Cinsiyetçi tahakkümü kutsayan-destekleyen ve devletin ideolojik aygıtları ile dinsel temelli ideolojiyi besleyen ve toplumsal rızalık oluşturarak şiddeti doğuran koşulları değiştirmediğimiz müddetçe eşİt yaşam hakkını siyasal, hukuksal, eğitsel, sosyo-ekonomik, kültürel bir yapı ve işleyiş içerisinde gerçekleştiremeyeceğiz. Bizim coğrafyamızda binlerce kayıp çocuktan bahsediliyor ve bunların cemaatlerin ellerinde olduğu iddiası üzerinde durulmuyorsa, Ceylan, Gülistan, Narin gibi bir çok çocuk ölümü üzerinden ’melek oldu’ vurgusu ile ikna mekanizması oluşturularak şeytanlar nerede? sorusu bastırılıyorsa bu ülkede demokrasi adına kırıntı dahi kalmamıştır.
Çözüm
Bilimsel devrimler, verilerin mevcut paradigmaya asla uymadığı durumlarda gerçekleşirler ve bu bu devrimlerin sonunda paradigmaların kendileri değişime uğrar. Kuhn‘un devrimsel bilim olarak nitelemesi tezinden hareketle hep birlikte yeni bir paradigma ihtiyacına işaret ediyoruz:
Çokluk, siyasal eylemin gerçekleştirilmesinin şartıdır. Hard ve Negri’ye göre “demokrasi herkesin herkes tarafından yönetimini gerçekleştirebilecek yegane toplumsal öznedir” Çokluk, örgütlenmediği müddetçe yalnız ve yalnız kalabalık olarak kalır, hiçliği örgütleyen bir sürü kalabalık gruplar… Bu bağlamda “Demokrasi İçin Birlik ”platformu tarafından hazırlanmış olan çağrı metni çok değerli, yeni bir tartışma mecrası oluşturma adına, zira çatışan fikirler yeni fikirlere gebe. Yerel seçimlerden sonra oluşan süreçte sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, muhalif partiler bir araya gelme konusunda yerellerden, tabandan bir ittifak birliği oluşturabilir. Bu ittifak yerellerde en geniş halk kesimi ile buluşabilmeli, halka dokunabilmeli. Halk meclisleri oluşturularak siyasete küsen ve mesafeli duran halk yığınları siyaset arenasında, özgürlük, hak ve adalet arayışında güçlü kılınmalı. Bu bağlamda özgürlük ve adalet arayışı içerisinde mücadele eden tüm muhalif kesimler dayanışmayı büyütmeli, dayanışma ağları koordine edilmeli… Mesela Madımak Anmaları yığınsal olarak sahiplenilmeli. Sadece Aleviler ve Alevi kurumları tarafından değil, Türkiye’deki tüm katliam, pogrom ve soykırımlar ile yüzleşmenin yolu da bu değil midir? Barışmak için; yüzleşmek, hesaplaşmak, sahiplenmek gerekir.
Evrensel özgürlüğün ve barışın öznesi olarak insanlığın kurtuluşu ile kendi kurtuluşumuz arasında diyalektik bağı felsefi, sosyo-ekonomik ve politik olarak dayanışma kültürü çerçevesinde çoğulculuğa evirebildiğimiz ve eyleyebildiğimiz müddetçe tarihin özneleri olabiliriz. Bizi nesneye-metaya dönüştüren bu sömürü sistemine karşı ancak kolektif bir akıl, kolektif bir bilinç ile toplumsal bir güce çevirebiliriz, dönüştürebiliriz.
Arendt’in politik düşüncesindeki yurttaş sorumluluk, kolektif sorumluluk temelli “Yurttaş Etiği” bir araya gelmenin yollarını bulmak için çözüm alternatifi ise; siyasal islam, tekçi -faşist zihniyete karşı aynı paydada mücadele ağı oluşturma bilinci ile emek, doğa, kadın hakları, demokrasi ve barış gibi kavramlar düzleminde bir birliktelik, bir aidiyetlik oluşturabiliriz. Karanlığa karşı aydınlık bir geleceğin inşası için, yeni bir başlangıç için, zira geleceğimizi belirleyecek olan “ırkçılık” veya “mezhepçilik” değil, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, hürriyet, liyakat, eşit yurttaş temelli bir ülke özlemidir.
Kategoriler: Birlik Tartışmaları