Menü

Demokrasi Mücadelesi ve Solun Erken Seçim Çağrısı: Radikal Çıkışların Zorunluluğu

Ender SEREN
 
23 Ekim 2016’da coşkulu bir kalabalığın katılımı ile gerçekleşen toplantı sonunda, demokrasi ve demokratik toplum hedefini merkeze alan sonuç bildirgesi, DİB’in hangi ilkelerle ve ne amaçla yola çıktığını belgeleyen bir manifestoydu. Önemliydi.

O günden bugüne yaşanan sürecin, Türkiye demokratik güçleri açısından iyi niyetli çabalara rağmen, kazanımlar ve özgürlükler anlamında bir başarı öyküsü olduğunu söylemek mümkün değil. Bundan sonrası için de; “aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlığa çıkabileceğimizi” (Jung) ne kadar içselleştirebileceğimizden başlayıp , varolan mücadele alanlarını ses getiren eylem birlikteliklerine dönüştürme zorluklarına kadar bir dizi kronik soruna ne çözümler üretebildiğimiz hayati önemde olacak.  Türkiye solunun geçmişinden bugüne ne objektif gerçekçilik, ne de –mücadelesi uzun olsa da- yerleşik bir demokrasi geleneği olduğunu kabullenmek kolay olmadığı gibi, “mış gibi yapmak” hep tercih edilmiş, kendi küçük dükkanlarında, ezberlerine sadık ama uzlaşı kültürüne uzak vitrindeki sol-sosyalist yapılar yarattıkları ayakları yere basmayan dünyalarında yaşayageldiler. Birlik- beraberlik, dayanışma, demokrasi mücadelesi…için söylenmemiş söz, yazılmamış yazı, toplanmamış imza, yapılmamış çağrı ve 3’erli-5’erli birbirinden kopuk eylem kalmamışken; bıkkınlık veren tekrarlar sadece yasak savdı.
 
Yerel seçimler özellikle sol’un zaten hakim ancak çeşitli nedenlerle dağınık olduğu coğrafyada bir konsolidasyon yaratmıştır. Kürt illerinde, DEM parti ciddi taktik hatalarına rağmen olan gücünü korumuş, üzerine Muş, Ağrı eklenebilmiştir. Ancak ortada muhalefetin doğruları yaparak kazandığı bir seçim değil, iktidarın; başta işsizlik ve pahalılık olmak üzere, halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen bir dizi temel konudaki tercihleri nedeniyle (halkı değil çeteleri, gelir paylaşımındaki adaletsizlikleri…) kaybettiği bir seçim vardır. Halkın, muhalefeti 1. parti konumuna getiren tercihlerinde ise demokrasi, insan hakları, adalet ve hatta yolsuzluk ve hırsızlıkların etkin olduğunu söylemek zordur. Seçim başarısı başlangıçta, uzun süredir hasreti çekilen özgüven, ümit ve silkelenme filizleri verdiyse de, CHP’nin liderlik zafiyeti, çok katmanlı yönetim yapısı ve iç dinamiklerine, sol cenahın susuş kumkumalığı eklenerek eski hamam eski tas’a dönülme yoluna girilmesi uzun sürmedi. Gene de seçimlerin umut vaad eden etkisini yok sayamayız. Bu etki ancak halkın yerelde eylemler içinde örgütlü hale gelmiş gönüllü grupları (orman gönüllülerinden, sokak hayvanı savunucularına, HES direnişçisi köylü kadınlara…), SGK’ları, angaje olmamış demokratik / sol unsurları ile; politika esnafı muhalefete nasıl ve ne şiddette baskı yapacağı ve gerçek muhalefetin ekranda, kürsüde, istida yazarak değil ancak demokratik eylem ve direnişlerle yapılacağını dikte etmesiyle ete kemiğe bürünebilir. (Belki bir kıssa; geçenlerde Bodrum’a epey de para verdiği anlaşılan bir otele tatile giden bir vatandaş, oda klimasının rica, hatırlatma, tekrar bildirme vs. döngüsünde birkaç gün tamir edilmemesi veya odasının değiştirilmemesi üzerine, yatağını yüklenip restoran girişine yerleşip, terk etmeyi de reddedince, konu çok kısa bir sürede ve bakan’ın da devreye girmesiyle çözülüyor)
 
Doğrudur, Bizansta oyun tükenmez. İktidar elindeki sivil – asker bürokrasi, polis gücü ve maddi imkanlarla yediği tokadı avantaja çevirme kıvraklığını gene gösterebilir. Geçen zaman kaçan fırsattır. Avantajların dezavantaj haline gelmesi uzun sürmeyebilir.
 
Bütün günahlarına, Türkiye partisi olma söylemlerinin hayata geçememesine rağmen DEM partiyi bir yana koyarsak; her boydan sol- sosyalist parti ve yapılar, ezberlerine sadık kalarak kendi küçük dükkanlarını koruma güdülerinden, düzen partisi konumlarından, parlamentarizmden işçi dalkavukluğuna (uvriyerizm) varan hastalıklardan muzdaripler.
Teselli veren; sol-sosyalist -demokrat kitleyi sadece bu yapılarla tanımlama yanlışına pek düşülmemesidir. CHP ise, içi doldurulamayan, kerameti kendinden menkul bir değişim söylemi ile biraz idare etti ama, balayı bitti. Çoğunlukla, tasfiye edilenler dışındaki eski kadroların bir gecede “kral öldü, yaşasın kral” kıvraklığı ile mevzilerini koruduğu bu yapı; militer, şoven milliyetçi, sermaye yanlısı, popülist söylemleriyle kime ne kadar güven verebilir? Gerçekten iktidar olma niyeti ve kararlılığı var mıdır? Kitlesel karşı çıkışları bir türlü organize edemeyen, miting sözleri havada kalan CHP, çizgisini netleştirmek zorundadır.
 
2. soru da 1. ile doğrudan ilişkili ve cevabı da 1.nin cevabının devamı olmak durumunda.
Günlük yaşam pratiklerinde karşılaşılan durum aslında kendi kendini açıklayan bir örnek. İstanbul’da hemen her gün şehrin farklı merkezlerinde birbirinden tamamen farklı eylemler, basın açıklamaları, nöbetler, protesto veya destek gösterileri, anma  toplantıları vb. oluyor. Katılım genellikle çok düşük.  Peki niçin böyle? Çoğalmak ve etkin olmak için kitleler öncü bir siyasi otoritenin güvenini ve desteğini hissetmek isterler. Bu otorite ayni zamanda eylemlerin organize ve etkin şekilde yapılmasının da gereğidir. Olmayınca; hem “katılsak da ne değişiyor” duygusu, hem çekinme, korkma çıkar ortaya. Üzerine bir de günlük geçim sıkıntılarının getirdiği zorluklar ve işini, aşını kaybetme endişesi binince, oradan oraya kafası kesik tavuk gibi koşturan bir avuç insanın sonuçsuz çabaları kalır, ses getirmez, beklenen moral katkıyı sağlamaktan uzak kalır. Mesele, yerel yapıların CHP üzerinde ne kadar etkin, CHP’nin de bu yapılara ne kadar açık olabileceği ve mücadele alanlarında liderlik ve koordinasyon sağlama istekliliğidir. Ancak bu da yetmez. Çarpıcı nokta; bu güçlerin önüne konsolidasyon ve motivasyonu sağlayacak gerçekçi, tek bir hedef üzerinde uzlaşmak olmalıdır. Ben bunun “erken hemen seçim” sloganıyla ifade edilebilecek bir çağrı olması gerektiğini düşünüyorum. Kısa, yalın, anlaşılabilir, somut, dolayısıyla eğip bükmesi zor. Böylece, çerçevesi iktidar erki tarafından belirlenen oyun alanlarının sadece sınırlarını zorlamak değil, farklı zeminlerdeki somut mücadelenin, demokrasi mücadelesine de ön açıcı bir katkısı sağlanabilir. Zira; bırakın işçi sınıfı ve yoksul yığınları, bilinçli olarak yok edilmeye çalışılan orta sınıflar bile ağır ekonomik şartlarla mücadele etmeye, işini, aşını korumaya çalışırken; karşılarına, pek de üzerinde fikir birliği olmayan, herkesin bir yanından çekiştirdiği, soyut demokrasi söylemi ile çıkıp sonuç almaya çalışmak, yukarda kısaca söz ettiğim çocukluk hastalıklarından muzdarip “sol”un amentüsü olsa da, zindan duvarına atılan yumruk misali hep hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Tutarlı davranma adına dürüstlükten taviz verildi. İlgisini, ümidini, inancını yitirmiş, güveneceği hiçbir yapı olduğuna inanmayan kitlelere, bu şartlarda pek de bir şey ifade etmeyen demokrasi arzı, yeterli talebi hiç yaratamadı. Sol; susuş kumkuması olmaya, birbirini suçlamaya, havanda su dövmeye devam etti, ediyor. Gerçek bir özeleştiri duyamadık.

Sürdürülen kimlik siyaseti, sınıfsal bakışı köreltmekte; bilinçli olarak yok edilmeye çalışılan orta sınıf, beraberinde  cılız demokratik direnci de götürürken, Kürt  partisi / Türkiye partisi dönüşümünü bir türlü hayata geçiremeyen DEM partinin politika üretememe sıkıntısı sürüyor.. 
 
Şartlar; aynı sonuçları vermesi kuvvetle muhtemel çağrıları yinelemenin ötesinde, radikal değişiklikleri devreye sokup,  somut hedefleri öncelemeyi zorunlu kılıyor. Bu; “erken / hemen seçim” sloganını hayata geçirmek olmalıdır. Çağrı somuttur, topluma sunumu doğru ve güçlü yapılırsa, geri dönüşünün de çarpıcı olma olasılığı yüksektir. Taktik anlamda demokrasi mücadelesini hafife almayı değil, tam tersine ona alan açmayı hedefler. Uzun ve içinden çıkılmaz kısa-orta-uzun vadeli program açıklamaları ile değil, tek bir sloganla dillendirilecek net bir çağrıdır. Azınlık iktidarının erken seçime zorlanması için –eski deyimle- objektif şartlar olgunlaşmış olsa da, subjektif şartların kotarılmasındaki gecikmeler, her türlü devlet aygıtını sorgusuz sualsiz  kullanmakta olan iktidara yeniden kazanma şansı doğurabilir.
 
Peki kime yapılacak bu çağrı? Eylemliliğin kuvveden fiile çıkması, ülke genelindeki her boydan gönüllü grupların, STK’ların, halk meclislerinin bu eylemliliğin temel unsurları olması ile gerçekleşecekir. Bu yapılar, HES direnişlerinden, orman savunmalarına, maden ocakları direnişlerinden, beton santralarının yapımına, bağına, bahçesine, tarlasına çökülmesine  karşı çıkmaya… halkın hayatını sürdürebilmesinin olmazsa olmazları için doğrudan içinde oldukları, kazanımları da somut olan mücadele gruplarıdır. Yasal sınırlar içinde, demokratik çerçevede ülkenin her noktasında direnişlerle kazanılmış hakların başarı öyküleridir. Kendiliğinden oluşmuş, bıçağın kemiğe dayandığı hukuksuzluklara karşı direnişlerde güçlenmişlerdir. Bu yapıların aktive edilmesi, bezgin, yılgın halka güç ve moral aşılayacak, siyaset bezirganı partileri birliğe zorlayacaktır. Meclis mensuplarına (mv) ayrıcalıklı hayatlarından ve konforlarından feragat ederek, o tiyatronun edilgen figüranları olmamayı, gerçek muhalefet saflarında buluşmanın gereğini hatırlatacaktır (sine-i millet). Bu alışılmadık radikal çıkışlar, topluma farklı dalgalar olarak yayılacaktır. Bu iktidara ve %5 oyla siyasi hayatı domine etmeye soyunmuş ortağına; klavye başında, istida yazıp, imza toplayarak, şikayet ederek (BBO-böyle bir şey olabilir mi) muhalefet edilemeyeceğini göstermek zorundayız.
 
Son olarak; toplumsal muhalefetin tabanını genişletmek elbette önemlidir. Ancak bunu –soruda hedeflenenin tam tersine- kısa süreli ve belirli hedefle sınırlı ittifaklar olarak düşünmek Türkiye solunun geleneksel yapısına, anlayışına ve günün koşullarına daha uygun görünüyor. Bu; yukarıdaki “erken /hemen seçim” sloganıyla formüle edilen öneriyle de uyumlu olacaktır diye düşünüyorum. Göreceli olarak siyasal iklimin daha uygun olduğu dönemlerde bile uzun erimli birlik-beraberlik çabalarının başarılı olduğunu hatırlamıyorum. Bu ittifakın kimlerle nasıl kurulacağı ve nasıl işlemesi gerektiğine, yeri geldiği için üstte değinildiğinden tekrar etmekten kaçınıyorum. Başarısızlıkla sonuçlanan her birlik, beraberlik çağrısının toplumdaki direniş kırıntılarını biraz daha yok ettiğini unutmamak gerek.

Kategoriler:   Birlik Tartışmaları, Genel

Yorumlar